Günlük hayatta büyüklerimizin sıkça yakındığı, konusu açılan bu soru aslında yüzyıllardır soruluyor ve cevap aranıyor diyebiliriz.

MÖ 350 Aristo ‘’Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar. Yetişkinlere karşı saygısızlar. Ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenleri sinirlendiriyorlar’’ diyerek yakınmış hatta ondan daha eski MÖ 399 yılında Sokrates ‘’ Çocuklar artık evlerinin hizmetçisi değil tiranı. Anne babaları odaya girince ayağa kalkmıyorlar, onlara itiraz ediyorlar, destek olmak yerine laklak yapıyorlar, bacak bacak üstüne atıyorlar, öğretmenlerine zulmediyorlar’’ diye aynı meseleden yakınmıştır. Kimi zaman yemek yemesine, kimi zaman öğretmenine, anne babasına karşı tavrına söylenilen bu gençlere peki neden sürekli yakınıyoruz?

Anne babalar, yaşlı büyüklerimiz gençlerden sürekli şikayetçi. Gençlerin yaptığı birçok şeyi ‘’ah bizim zamanımda’’ diye başlayan cümlelerle eleştiriyorlar. Zaten daha cümlenin başında neden şikayet ettikleri anlaşılıyor. Kendi çağlarındaki gibi değil şimdiki gençler. Çünkü şimdi ki gençler bu zamanda yaşıyor ve bu zamanın koşullarına göre yetişiyor. En büyük çatışmada buradan çıkıyor. Büyüklerimiz kendi yetiştirilme tarzlarını, kendi koşullarını kabul ediyor ve ona inanıyor. Çocuklarına, gençlere o gözle bakıyor. Ama unuttukları konu şu ki arada bir kuşak ve yaşam tarzı farkı var. Değişen dünya, gelişen teknoloji, kültür etkileşimler hiç durmuyor, her zaman bir gelişim ve değişim içinde. Aslında kendilerinde biraz çıkarım yapabilirler. Kendi gençliklerinde de anne babalarıyla mutlaka çatışmışlardır.  Ama işte her insan yaşlandıkça anne babasına benzer varsayımdan yola çıkarsak sanırım unutuyorlar gençlik yıllarını.

Gelişen dünyayla birlikte birçok şey değişti dedik. Mesela teknoloji gelişti bununla birlikte uluslararası kültür etkileşimi çok daha fazla arttı. Önceden sadece yurtdışından gelen akrabalardan ya da kitaplardan bilgi alabiliyorduk belki ama şuan herhangi bir ülkenin herhangi bir sokağında internet aracılığıyla gezmek bile mümkün. Sosyal mecralar çok gelişti, insanların sosyalleşebileceği(!) uygulamalar, sosyal alanlar arttı. Aslında sosyallik hayatımızda yer aldıkça bireyselleşme daha da arttı. Örneğin eskiden benimsenen ‘’geniş aile’’ olayını ele alırsak; eskiler kalabalık sofrada yemek yemeye, kalabalık sohbet gruplarına alışkınlar. Şuan ise ‘’çekirdek aile’’ yemekleri televizyon açık olmadan yenmiyor. Yemek sofralarında bile telefonla oturmaya başladık. Bu yüzden de büyüklerimizden son zamanlarda hep ‘’sürekli elinde telefon’’ ya da ‘’sürekli telefon ya da bilgisayar yüzünü göremiyoruz ki‘’ gibi yakınmalar duymaya başladık.

Bu şikayet cümleleri zamana, döneme göre değişebilir. Ancak asıl yakınılan şey bir önceki kuşağın yaşama tarzının bir sonraki kuşağa uymamasından çıkan çatışmadır. Bir önceki kuşakta sıkıntı çektiği için, bir takım hatalar yaptığı için gelecek nesli kendince yaptığı yanlışlara bulduğu doğru yolda yetiştirmeye çalışıyor. Bu yüzden bu kuşak atışmalarını, bu ‘’nereye gidiyor bu gençlik’’ sorusuna daha çok cevap arayacağız gibi duruyor. Bu duruma en güzel öğüt ise Hz. Ali’den gelmiştir:

Çocuklarınızı kendi içinde yaşadığınız günlere göre değil, onların yaşayacağı günlere göre yetiştirin.