fast food

 ‘’Yumurta mı tavuktan çıkar, yoksa tavuk mu yumurtadan?’’ ve ya ‘’Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir’’ en çok duyduğumuz paradokslardandır. Peki bunlara bir yenisini ekleyecek olursak ‘’Hızlı hayatlar yaşadığımız için mi yemeğimizi hızlı yiyoruz yoksa yemeğimizi hızlı yediğimiz için mi hayatlarımız hızlı geçiyor?’’

Fast Food Tarihi

Kısaca fast food kültüründen bahsedecek olursak tam çeviri anlamıyla hızlı yemek olsa da TDK tarafından ‘’hazır yemek’’ olarak tanımlanmıştır. Bilinenin aksine ilk olarak Amerika’da görülmemiş Avrupa’dan Amerika’ya gelerek oradan yayılmıştır. Hamburgerin Orta Çağ döneminde Rusya’nın Baltık bölgelerinde birçok kabile tarafında yenilen biftekler olduğu öğrenilmiştir. Daha sonra Almanlara tanıtılmış ve oradan da Amerika’ya tanıtılmıştır. 1950’li yıllarda Amerika’da fast food şirketlerinin yüksek kar etmesi ve çok fazla büyümesi, fast food denince akla ilk Amerika’nın gelmesini sağlamıştır.

Yıllardır sağlığa zararları üstünde konuştuğumuz obezite, şeker hastalığı, hipertansiyon gibi birçok hastalığa sebep olan bu hızlı ve hazır yemeklerin birde hayatımıza olan etkileri var.

Özellikle Z kuşağı ile birlikte artan teknoloji, daha bireysel çalışma alanları, bireyselleşme vb. kavramlarında etkisiyle insanlar biraz daha kabuklarına çekilmiş, kendilerine daha bireysel yaşam alanları yapmışlardır. Daha önceki yüzyıllarda yapılan uzun sofra geleneklerimiz, sofra başı muhabbetlerimiz şuan yerini hızlıca ye ve masadan hemen kalk şekline bırakmış bulunuyor.

Fast Food ve Sabırsızlık

Z kuşağının direkt olarak teknoloji dolu bir dünyaya gelmeleri, teknolojiyle birlikte büyümeleri hayattaki hız kavramını biraz değiştirmiş durumda. Büyüklerimizden ‘’Günlerce mektup beklerdim’’ ‘’Savaşa gitti yıllarca haber alamadık’’ gibi bir sürü cümle duyarız. O dönem hız anlayışı günlerle, haftalarla ölçülürken şuan internetin 4-5 saniye geç açılmasına sabırsızlanıyoruz. Mesajlarımıza anında cevap verilmesini, paylaştığımız fotoğrafların anında yüzlerce binlerce beğeni almasını istiyoruz. Ve bir şeylerin geç olması bizi sabırsızlaştırıyor. Gün içerisinde otobüsün geç gelmesi, dizi izlerken reklamların çok sürmesi, araçtayken kırmızı ışıkta beklemek… Bunlar aslında gün içerisinde olağan şeyler olsa da biz biran önce her şey olsun istiyoruz. Biraz geç olunca geriliyoruz, stres yapıyoruz.

Öyle bir noktaya geldik ki yaşlı bir insan otobüste, metroda kartını basamayınca sinirleniyoruz ona yardım etmek yerine önün geçip gidiyoruz. Banka sıralarında büyüklerimize hızlı olmadıkları için söyleniyoruz. Etrafımızda hiçbir şeyi görmüyoruz. Sadece kendi istediğimize biran önce sahip olmak, kendi işimizi halletmek istiyoruz. Güzel olan her şeyi çabucak tüketiyoruz.

Bu sabırsızlığımızı yemeklere de yansıtmaya başladık. Hemen yemeği bitirip işlerimize geri dönmek istiyoruz. Bireysel olarak bir masaya oturup hazır aldığımız yemeği yiyip geri dönüyoruz.  Paradoksa diğer yönden bakacak olursak tüketimin bu denli arttığı dönem dünyasında iş yerlerinde yemek molaları çok az. Çoğu insan ayakta bir şeyler atıştırıp işe devam etmek zorunda. Çoğu anne baba işe gitmek için çok erken saatlerde evden çıkmak zorunda çocuğa aperatif kolay kahvaltılar hazırlamak zorunda kalıyor. Okulda hazır şeyler yemek çocukların hem kolayına geliyor hem de içindeki maddeler haz verdiği için yedikçe mutlu oluyorlar. Yani hızlı yaşam yüzünden mi fast food bu kadar gelişti yoksa fast food yemeye alıştığımız için mi bu kadar hızlı yaşamaya başladık bilmiyoruz ama kesinlikle ikisi de birbirini çok etkiliyor.

Slow Living ( Yavaş Yaşam)

Bu kadar hızlı yaşamaktan yorulmuş olacağız ki son dönemlerde yavaş yaşam akımı bir hayli tutulur oldu.

Akımın felsefesi yaptığımız şey her ne olursa olsun, anın içinde var olarak ve mümkün oldukça iyi bir şekilde yapmamız gerektiğidir. Hayatımızı dengeli, anlamlı ve dolu dolu yaşayabilmenin anahtarını sunan bu yavaşlatılmış yaşam tarzı, koşuşturmacanın ve kaosun içinden bir adım geri çekilip duyularımızla iletişime geçerek hayatın tadını çıkarmamızı öneriyor.

      Professör Guttorm Fløistad bu hareketin felsefesini şu şekilde özetlemektedir:

Kesin olan tek bir şey her şeyin değiştiğidir. Değişimin ivmesi artıyor. Hayata tutunmak istiyorsanız acele etseniz iyi olur. Günümüzün mesajı bu. Ancak temel ihtiyaçlarımızın asla değişmediği herkese hatırlatılmalı. Başkaları tarafından görülme ve takdir edilme ihtiyacı. Aidiyet ihtiyacı. Yakınlık ve itina, birazcık sevgi ihtiyacı. Bu, sadece insan ilişkilerindeki yavaşlıkla verilebilir. Değişimlere hakim olmak için yavaşlığı, tefekkürü ve birlikteliği yeniden edinmek zorundayız. Bu noktada gerçek bir yenilenme hissedeceğiz.