Bir kadın gece vakti sokakta.

Hem de tek başına

olacak iş değil.

Hiç bu kadar yalnız olmamıştı,

kalabalıklar.

Herkesin gözü üzerinde.

Gece üçe bölünmüş durumda;

kadın, yalnızlığı ve diğerleri.

Ne işi vardı o saatte

hem de tek başına.

Korktu kadın.

Niye gelmişti bu şehre?

Tüm dünyanın onunla geleceğini sanmıştı,

yanıldı.

Her şey yerli yerindeydi.

Tek giden oydu.

Niye bu kadar ısrar ediyordu uzaklara gitme konusunda.

Uzaklar iyidir, insanı kendine getirir.

Hem uzağa gitmek isteyen insanı dağ olsa durduramaz.

Ama kadının dağları yoktu.

Kimse engellememişti giderken.

Şimdi anladı,

sürgündü bu.

Uzağa gitmek ve sürgün farklı şeylerdi.

Kadın tüm şehre baktı:

Deprem.

Tek gördüğü buydu.

Koca şehir başına yıkılmış,

baktığı her yer onun depremi.

‘’Sesimi duyan var mı ‘’ diye bağırmak istedi.

Yoktu.

Bu şehirde herkes sağırdı, O’na.

Ve herkes kördü,

yine O’na.

Kadın bir kez daha baktı etrafına,

hala herkesin gözü üzerindeydi.

Ne vardı acaba onda garip olan, düşündü.

Yüzüne çizdiği kocaman sahte gülümseme miydi?

Giydiği rengarenk kıyafetler?

Peki ya kalbi?

Herkes kalbini yerinde kocaman bir boşluk olduğunu mu fark etmişti yoksa?

Tekrar etrafına baktı kadın.

Şimdi fark etti;

kimse yoktu aslında, sadece o ve yalnızlığı,

hatta kendi de yoktu

sadece yalnızlık.