“Hikâyeler komedi, neden herkes ağlıyor?”

Yıkılmak üzere Çarlık Rusyası…

Tutunmaya çalışan , tutunurken yanlarına aldıkları zaaflar yüzünden ağırlaşan bedenlerini, tuttukları dalların taşıyamamasıyla  yere çakılan; ihtirasları, hayalleri, ahlak anlayışları, duruşları ve en çok da aşkları için bedeller ödeyen bir avuç burjuvanın oyunudur Martı.

Çehov 1895’te tiyatro eleştirmeni ve dramaturg A. S. Suvorin’e yazdığı mektupta Martı ’dan şöyle söz eder: “Üç kadın, altı erkek karakterin yer aldığı, manzaralı (göl görünecek arkada), dört perdelik bir komedi; bolca edebi lakırdı, az aksiyon, seksen kilo kadar da aşk. ’

Okurken de İzlerken de İçimizde Burukluk Bırakan Martı’nın  Çehov Tarafından Aslında Komedi Olarak Yazılması

Bu göl manzaralı, edebi, her karakterinde kendi insanlığımızdan parçalar bulup sonunda Treplev’in kendine sıktığı kurşunla bu parçaları daha paramparça eden ve oyunu bitirdiğimizde bile aklımızın bir köşesinde onlarca ‘insani hissiyat ’ bırakan, Nina’dan aşkı, kurduğumuz uçuk hayallerden ve temelsiz özentilerimizden sonra ödeyeceğimiz bedelleri, Trigorin’den bencilliği, Arkadina’dan ihtiraslı birinin hastalıklı hallerini öğrendiğimiz, gerçekten aşk dolu oyunda eminim gülememişizdir. Hatta değer verdiği yegane şeyler olan aşkı ve sanatı da ölen Treplev’i çökmüş omuzlarıyla bir yere oturmuş; parmaklarında tetiği çekmekte zor güç dirayet bulup kendini vururken hayal ettiğimizde için için ağlamışızdır.

Oyunun yaratıcısı eğer komedi yazdığını söylüyorsa bu elbette bir komedidir. Lakin komedi güldürü unsuru bulunduran oyun demektir. Peki o zaman nerededir oyunu izledikten veya okuduktan sonra gülen yüzler? Çehov mu komedi yazmayı becerememiştir? Komedi dediğimizde aklımızda beliren absürdlükleri mi bulamamışızdır? Yoksa biz neye güleceğimizi mi bilmiyoruz Martı’da?

Okurken de İzlerken de İçimizde Burukluk Bırakan Martı’nın  Çehov Tarafından Aslında Komedi Olarak Yazılması

Aslında tam olarak buydu sorunun cevabı. Biz bilmiyorduk neye güleceğimizi çünkü Çehov’u anlayamıyorduk. Tıpkı kendimizi de gereksiz yere fazla önemli görmelerimiz gibi karakterleri de kafamızda büyütmüş ve çok içselleştirmiştik. Karakterleri bize daha çok yaklaştıran unsurlar hep insani ve dünyevi tasaları oldu. Halbuki aslında Çehov’a göre:

Treplev sadece gençliğinin ateşiyle büyük aşklar yaşıyor hissi verdiren, büyük sözler söyleyen fakat icraatte ivme kazanamayan; kendini tepelerde gören bir delikanlı, Nina şan şöhret peşinde koşup kendini, onu hiç sevmeyen bir insanla birlikte olmaya zorlayarak küçük düşüren bir saf, Arkadina yaşlanmaktan korkan, en büyük serveti çekiciliği olan, oğlunu bile sevemeyecek kadar hırslarına yenik düşmüş bir ihtiyar, Trigorin ise sadece halkın hoşuna gidecek eserler vererek populerlik kazanan, sanatı sadece klasikte arayan, ‘‘ben sanatçıyım’’ edalarında zamparanın tekidir.

Çehov aslında hepsinin insani olduğunu düşündüğümüz çünkü hepimizde biraz da olsa bulunan fakat oyun esnasında anlayamadığımız,  komik kibirlerine ve ardından teker teker çöküşlerine, yenilgilerine güler.

İhtirasları , tutkuları, aşkları  bayağı; sanatları yetersiz,  kişilikleri zayıf, kibirleri yersizdir Çehov’un yıkılışlarını güldürü unsuru olarak nitelendirdiği insan grupları. Hayatları küçüktür fakat yatak odalarının şifonyerindeki dev aynalarından  kendilerine ve hayatlarına bakıp malikhanelerinde ya da çiftliklerinde çalışanlarının emekleriyle davetler düzenleyen, küçük hesaplar yapıp ucuz zevkler için yaşayan insanlar ve onların acıları –her ne acı olursa olsun- komiktir Çehov için çünkü başlarına gelen musibetlerin de sebebi genelde kendi zaaflarıdır.

Hikayeler komedi, neden herkes ağlıyor?

İşin içine kendimizi katmasak ve karakterlerin onları hata yapan birer canlı olmalarını sağlayan özelliklerini kendimizle yakın bulmasak gülebileceğiz. Dünya görüşümüz Çehov olsa, insanları anlamış, yaşamak için asıl elzem olanın aşk, şöhret, para, itibar olmadığını kabul edebilirsek eğer, oyununu yazarken bile gülen Çehov’u anlayabileceğiz.

Gülünçlükleri ve basitlikleri hayatımız zannetmeyeceğimiz, olgun bir hayat dileğiyle…