Herkese merhabalar… Engin Geçtan’ın “İnsan Olmak” kitabına yaptığım incelemenin ikinci bölümündeyiz. Kitabın da ikinci bölümü olan “Ana-Baba ve Çocuk” bugünkü yazımızın konusu. Keyifli okumalar…
Anne-Çocuk İlişkisi
Bir çocuk doğduğu andan itibaren çevresiyle etkileşim içine girer. Hatta bu anne karnında iken vardır. İşte bu etkileşim sonucunda çocuk, olumlu ya da olumsuz davranışlar kazanacaktır. Bu davranışların ölene kadar onunla birlikte gitmesi olasıdır.
Bazı bilim adamları bu davranışları çevresi ile girdiği etkileşim sonucunda kazandığını savunmaktadır. Fakat bazı çalışmalarda bunun genetik yollarla da geldiği görülmüştür. Bu davranışlar, çok karmaşık bir yapıya sahiptir ve ne tamamen kalıtsal ne de tamamen çevresel etkenlerden oluşmaktadır. Hangisinin ne oranda etkilediği bilinmemektedir. Çocuğun gözlerini dünyaya açtığı anda ilk etkileşime girdiği kişi annesidir. Onun tüm ihtiyaçları annesi tarafından karşılanır. Çocuk bu ihtiyaçların karşılandığını içgüdüsel olarak algılar. Bu sayede anne karnındaki gibi güvenli bir ortamda olup olmadığını hisseder. İşte bu güven duygusu ileriki yıllarda yaşamını büyük oranda etkileyecektir. Eğer çevresine güvenemeyen bir çocuk varsa, bu çocuk büyüdüğünde kendine olan güveni çok az olacaktır. Bu duyguyu sonradan kendisinin elde etmesi de çok zordur.
Çocukta Temel Güven Duygusu
Çocuklarda temel güven duygusunu zedeleyen bir diğer etken de kaygılı annedir. Bu tarz anneler, anneliğe yeterince hazır değillerdir. Kaygılı annesi olan bir birey, yaşamının ilerleyen yıllarında kolayca tedirgin ve telaşa kapılan birisi olması neredeyse kaçınılmazdır.
Çocuklarda temel güven duygusunun oluşumunda annenin tutarlılığı büyük önem taşır. Çocuğun temel ihtiyaçları karşılanırken tutarlı olunmalıdır. Bu, yalnızca çocuğun bedensel ihtiyaçlarının karşılanması anlamı taşımamaktadır. Bu ihtiyaçları ile birlikte diğer ihtiyaçlarının da karşılanıp bir düzene sokulması anlamı taşır.
Yapılan araştırmalarda, çocuğun anne ile temasının çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Fakat anne-bebek ilişkisi sadece bu tensel uyumdan ibaret olmayıp çok bilinmeyenli bir denklem olduğu görülmektedir.
Çocukta güven duygusunu zedeleyen bir diğer etken de çocuğun ailedeki konumudur. Çocuk, eğer kendisinin istenmediği bir ortam içinde doğmuşsa kaçınılmaz bir şekilde bu dışlanmışlık ilerleyen yaşlarında da kendini gösterecektir. İnsanoğlunun tarihinde bir “kaza” sonucu doğan çocuklar azımsanamayacak bir miktardadır. Bazen bu çocuklar, daha doğmadan yaşamdan koparılmış, bazen de doğduktan sonra yalnızlığa terk edilmiştir. Daha doğrusu ölüme terk edilmiştir! Bu tarz değersizlik hissinin olduğu ortamlarda doğan çocuklar, istenmemezlik duygusu içinde bir yaşam sürmeye daha doğarken başlamışlardır.
Bazı ailelerde ise çocuklar, sevgiden mahrum bir şekilde büyürler. Toplumun kültürü veya ebeveynin kişiliği bunun sebepleri olabilir. Kimi durumlarda ebeveynler çocuklarını çok sevseler ve bunu dile getirseler de gerçekte davranışlarına bunu yansıtamaz. Oysa davranışın vereceği mesaj, sanıldığının aksine sözlü ifadeden daha etkilidir. Sevginin olmadığı ortamlarda büyüyen çocuklar, ilerleyen yıllarda hırçın olabilmektedir.
Evliliklere Dair
Geleneksel evliliklerde erkeğin ve kadının rolü bellidir. Bu tarz evliliklerde, uyumsuz bir çocuk olmuşsa bunun sorumlusu annedir. Çocuğun terbiyesi anne tarafından verilir. Baba ise daha çok otoriter bir yapıya sahiptir. Babadan korkulur ve ona itaat edilir. Fakat bu otorite görünüşte babadadır. Asıl kararları anne verir. Evdeki disiplin ise babanın sorumluluğundadır. Fakat bazı kadınlar, erkeğin bu görünüşte olan otoritesine boyun eğer ve bir eziklik duygusu yaşar. Bu duyguyu çocuklarına da aktarması çok yüksek bir ihtimaldir.
Fakat bu durumlar çağdaş evlilikler için geçerli olmayabilir. Ama çağdaş evlilikler de mükemmel yapıda bir evlilik değildir elbet. Bu tarz evliliklerde aşırı bağımlılık ve rol karmaşası yaşanabilmektedir. Bu durumlar, çocuğun gelişimini etkileyebilir.
Geleneksel ailelerde, çocuğun fikri ve duygusu pek önemsenmez. Ailenin aldığı kararlara kayıtsız ve şartsız olarak uymak zorundadır. Fakat çağdaş dünyada bu çocuk, yetişkin olduğunda bir bocalama yaşayacaktır. Bazı aileler bu kadar katı olabilirken, bazıları da çok gevşek davranırlar. Bu gevşeklik, anne-babanın rol model olmasını engeller. Çocuk, kime sığınacağını kestiremez. Yani anne-baba, gevşek davranarak otoritesini sarsmıştır.
Çocuğa tanınan en önemli haklardan biri de oyundur. Oyun, çocuğu yetişkin hayatına hazırlar. İnsan ilişkilerinden toplum kurallarına kadar birçok şeyi oyun sayesinde öğrenir. Hatta çocuk, farkında olmadan yetişkinlerin cinsel davranışlarını taklit eden oyunlar da oynayabilir. Bu tarz durumlarla karşılaşıldığında çocuğu kınamamak ya da cezalandırmamak gerekir.
Son olarak, anne-baba kendisine değer vermelidir. Kendisine değer veren insan, çevresine de değer verir. Kendisine değer veren bir anne-babaya sahip çocuk, daha kaliteli bir çocukluk yaşayacaktır. Bundan dolayı çocuklarımızdan bu hakkı esirgemeyelim…
Ana-babalar bizleri ayrı birer varlık olarak görememiş olabilir, ama biz de onları kendimizinkinden ayrı dünyaları olan varlıklar olarak göremediğimiz sürece gerçek anlamda yetişkinliğe ulaşmış sayılamayız.
Engin Geçtan – İnsan Olmak
Yorumlar