Yazıma bir soru ile başlamak istiyorum. Hani hep deriz ya yaşanmışlığın izi yüzüne yansımış, aslında yüzdeki her bir çizgi, her bir iz insanın geçmişini anlatır diye. Peki eğer yaşadığımız her şey kendi yüzünüze değil de bir portreye yansısa yaşantınızda neler değişirdi? İlk olarak bu sorunun cevabını vermenizi istiyorum çünkü bu sorunun cevabını kitap karakterimiz kendince cevap veriyor ama onun hayatını bilmeden önce biz nasıl davranırdık acaba bunu bilmemiz ve karakterimizi ona göre yargılamamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Kitap Hakkında
Kitabımızdan kısaca bahsedecek olursak olaylar ana karakterimiz Dorian Gray’in etrafında geçmekte. Dorian Gray oldukça yakışıklı, popüler, çevresince sevilen bir delikanlıdır. Yakın arkadaşı ve ressam olan Basil, Gray’in portresini çizmek ister. Aslında kendisine bile açıklayamasa da Basil karakterimize büyük bir hayranlık duymaktadır ve resmi bu etki altında çizer. Kendi karakteri ve yakışıklılığının pek farkında olmayan karakterimiz ise Lord Henry ile tanışmasıyla tüm hayatı değişiyor diyebiliriz. Tanışma anından itibaren kendisinin ve popülerliğinin daha farkında olan Gray kendisi yerine portresinin yaşlanmasını diler içinden, gerçek olacağını bilmeden…
Gray çevresine karşı daha acımasız bir hal almaya başlamıştır. Artık insanları çok rahat kırabilir, hatta onlara zarar verebilir hale gelmiştir. Ve bir gün Gray bir şey fark eder; yaptığı şeyler kendisini değil resmi etkilemektedir. Portredeki yüze yansımaktadır her bir yaşanmışlık. Dileği gerçek olmuştur. Aylar yıllar geçer ancak Gray hiç yaşlanmamakta yüzünde tek bir kırışıklık bile olmamaktadır. Kimse anlam veremese de tek gerçeği karakterimiz Gray bilmektedir. Yaşadığı her şey bir portrenin başına gelmektedir. Kimseye söylemez. Kendi bile artık portreden korkmaya başlar. Boş bir odaya kilitler. Kilidini asla yanından ayırmaz. Ancak öyle şeyler yapar ki kendisi bile taşıyamaz bunca yükü. Kendi portresinden nefret etmeye başlar. Ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemez hale gelir. Tek çaresi kalmıştır artık resmi ortadan kaldırmak. Peki kaldırabilecek midir? Sorunun cevabı aynı zamanda kitabın sonu olduğu için burada bitirmek istiyorum.

Yukarıda yargılama kelimesi ile demek istediğim aslında buydu. Biz ne yapardık? Gray gibi davranıp her suçu, her yaşanmışlığı resmin üzerine mi atardık yoksa Gray gibi davranmaz mıydık? Kolay bir soru gibi görünse de başımıza böyle bir iş geldiğinde kendimizi bile tanıyamayacak hale gelebiliriz maalesef ki.
Buradan çıkarılabilecek bir diğer soru da şu olur sanırım ‘’kimsenin haberi olmazsa insan ne kadar ileri gidebilir?’’ Gray’in yaptıklarından kendisi ve portresi hariç kimsenin haberi olmadığı için mi bu kadar ileri gitti yoksa gerçekten tamamen hırsına mı yenik düşmüştü? Benim fikrimce büyük oranda kimsenin haberi olmadığı için. Çünkü biz bile bazen ufacık bir kuralı çiğnerken bile etrafımızda biri olup olmadığına bakıyoruz. Eğer kimse yoksa rahatlıyoruz. Çünkü en insani duygularımızdan birisi de etrafımızdaki insanlardan olumsuz tepkiler almak ve onlar tarafından dışlanmak. Bunlar olmasın diye etrafımızda kimse yokken rahatça yaptığımız hataları etrafımızda insan varken yapmaktan çekiniyoruz. Gray’in de yaptıkları birileri tarafından fark edilse Portre yerine kendi yüzünden anlaşılsa belki de hiçbirini yapmayacaktı. Aslında etrafımızda biri varken yapamamak o işin ne kadar yanlış olduğunu gösterse de tek kalınca pek yanlış gibi gelmiyor nedense.

Kitabın son sayfalarında ‘’Dorian ömür boyu geçmişinin yükünü mü taşıyacaktı?’’ diye sorar. Hepimize sorulmuş bir sorudur bu aslında. Ömür boyu geçmişimizin yükünü taşıyarak mı yaşayacağız? Hayır. Sürekli geçmişi düşünerek ona takılı kalarak yaşamak, yaşamın en kötüsüdür. Yaptığımız şeylerin sorumluluğunu almalıyız ki bu büyük bir erdemdir. Ama o an’da bırakmalıyız, geleceğe taşımamalıyız. Yaptığımız iyi şeyler de dahil buna. Sürekli geçmişle övünmek ya da geçmiş ne güzeldi diye yaşamak geleceği ve bugünü öldürmek demektir. Dorian hırsı ve gençliği yüzünden geçmişinde birçok hata yaptı ve bunun yükünü hep omuzlarında hissetti. Bu histen kurtulabilirdi. Ama en başta hırslarına karşı koyabilseydi her şey çok daha farklı olacaktı. Dorian’ın portrede asıl gördüğü şey aslında ruhuydu. İçini görebiliyordu portrede ve kendi ruhuna yansımaması onu daha da hırslandırıyordu ve sonuç olarak da tüm hırslarına yenik düştü.
Film Hakkında

Filmin başrolünde çoğumuzun fantastik filmlerden tanıdığı Ben Barnes var. Ama filme ne kadar yakışmış pek emin olamadım. Kitaptaki Dorian Gray değildi sanki ve film içerisinde yabancı gibi duruyordu. Böyle düşünmemin sebebi filmin kitaptan farklı olması da olabilir. Film o kadar değiştirilmişti ki, sadece ana olay ve karakterler kitaptan alınmış geri kalan tüm şeyler için yeni senaryo yazılmış gibiydi. Kitap uyarlaması filmleri izlemeyi çok seven birisi olarak gerçekten beklentinin çok çok altında kaldı diyebilirim.
Kitapta yer alan detayların filmlerde olmayışı ya da film senaryosuna uygun olsun diye bazı olayların değiştirildiğini kitaplardan direkt uyarlama yapılmadığını biliyoruz ancak o kadar çok detay değiştirilmişti ve karakterlerin özellikleri -özellikle Dorian- kitaptan o kadar farklıydı ki izlerken kitabın etkisinin kaybolacağından korktum diyebilirim. Kitabı hiç okumadan filmi izlesem bu kadar olumsuz düşüncem olmazdı muhtemelen. Bu yüzden eğer kitabı okumak aklınızdaysa kesinlikle ilk olarak filmi izlemeyin. Filmi izlemeyin demiyorum ama güzel bir kitap uyarlamasıydı tavsiye ederim de diyemiyorum maalesef ki.
İyi okumalar, kitapla kalın…
Yorumlar