Bugün bir markayı oluşturmak ve geliştirmek bundan elli sene öncesine göre artık çok farklı. Eskiden bir kaç kişi bir mekanda toplanır, markanın nasıl konumlanacağına karar verir ve daha sonra markalarını insanlara tanıtmak için büyük reklam yatırımları yapar ve bunu pazara sunarlardı. Ancak yeteri kadar para harcarsanız, markanız herkese tanıtılabilirdi.

Bugün ise her şey çok farklı. İnternet sayesinde herkesin birbirine bağlanmasıyla şirketler beğenseler de beğenmeseler de artık her şey çok daha şeffaf hale geldi. Mutsuz bir müşteri veya öfkeli bir çalışan, yasadığı kötü bir deneyim ile ilgili bir yazı yazabilir ve bu hikaye Twitter, Instagram gibi sosyal medya aracılığı ile kontrol edilemeyen bir yangın gibi yayılabilir.

Bunun tam tersi de mümkündür. Bir şirket ile ilgili yaşanan güzel bir deneyim de anında milyonlarca insan tarafından paylaşılabilir.

İşin en zor yanı, şirketinizin markası ile ilgili oluşacak algıyı etkileyen her noktayı öngöremezsiniz.

Örneğin, X şirketinin bir çalışanı ile bir mekanda karşılaştığınızda, o anda iş başında olmasa da, o kişi hakkında edindiğimiz izlenim x şirketi hakkındaki görüşlerinizi ve dolayısıyla bu şirketin markası hakkındaki düşüncelerinizi de etkileyecektir. Bu olumlu bir etkide olabilir , olumsuz da olabilir. Şirketinizin tüm çalışanları markanızı etkileyebilir; sadece müşteri ile sürekli temas halinde olan ön saflarda çalışanlar değil.

Eğer bir şirket istediği markayı ”oluşturamıyorsa” ne yapmalıdır? Günümüzde ‘ne üretirsem satarım’düşüncesi artık can çekişiyor bunun yerini sahiplenen bir düşünce daha var kişiye özel üretim ; bu kadar çok rakip varken müşteri neden sizi seçsin, sizin diğerlerinden farklı bana sunduğunuz fayda nedir? Müşterinin fayda ağrısı nedir ? sorularının cevabı sizin şirket kültürünüz ve müşteri personanızdır.

Müşteri personası nedir?

Hubspot müşteri personasını pazar araştırması ve gerçek müşteri bilgileri baz alındığında ideal müşterinin “yarı-hayali gösterimi” olarak tanımlar. Bu persona müşterinin ihtiyaçlarını, nasıl düşündüğünü, davrandığını ve onlara nasıl ulaşmanız gerektiğini anlamanızı sağlar. 

Google baktığınızda persona hakkında bir çok bilimsel makale ve blog yazısı bulmanız mümkün ama ben bugün bunu üniversite ki bir hocamın çok daha güzel bir örneğiyle sizlere aktarmaya çalışacağım.

PERSONA VE HİKAYESİ

John’un en büyük hayali ölüdeniz üzerinde skydiving yaparak doğrudan denize dalma ve bunu youtube kanalında canlı yayınlamaktı. Fakat hem havada hem suda çekim yapabilecek bir aktif kameraya ihtiyacı vardı. Piyasada bu işin ikisini birden yapabilen az sayıdaki ürünler çok pahalıydı. Parasına kıyıp bir tane aldı ve Ölüdeniz’e atlayış yaptı. John çok eğlenmişti ve binlerce kişi canlı yayınını izlemişti. Fakat takipçilerinden gelen mesajlar canını çok sıktı; görüntüsü kesik kesik yayınlanmıştı, üstelik tam denize dalacakken bağlantı kopmuştu.

ADI: JOHN THE DRAGON (Ejder John)

  1. Demografik özellikleri (İrlandalı, 28 yaşında, erkek, grafiker, freelance çalışıyor, 3.000-5.000€ aylık kazancı var, evli değil )
  2. Motivasyonları (Heyecan verici sporları seviyor, yeni insanlarla tanışmak, yeni yerler görmek, yeni deneyimler yaşamak ve bunu insanlarla paylaşarak onlara ilham olmaya bayılıyor)
  3. Davranışları (Ekstrem spor kulüplerine üye, sosyal ağlarda çok takipçisi var, sosyal ağlardan tanıştığı insanlarla ekstrem spor yapıyorlar)
  4. İhtiyaçları (Tutkusunu paylaşmak, sınırlarını aşmak, yüksek kalitede çekimler yapmak, uzun süreli görüntü kaydedebilmek)

Şu taşa saplanan kılıç hikayesini bilirsiniz. Kılıcı kayadan çıkaran hükümdarlığı alır. Onu kayadan Arthur çıkardı, peki Ekskalibur isimli bu kılıcı kayadan çıkaran neydi? Arthur’un bilek gücü mü? Merlin’in büyüsü mü? Hikayede taşa saplanan kılıcı çıkaran kral oluyordu ve bunu pes etmeden yılmadan, usanmadan küçük yaşlardan beri isteyen Arthur başardı. Merlin sihirleriyle ona yardım etti, ama bunlardan hiçbiri değildi kılıcı çıkaran: Arthur’un küçük yaşlardan itibaren kurduğu hayallerden vazgeçmemesiydi. Evet hayat pes etmeyenlerindir. Dengemizi şaşırtacak bir sürü haksızlık ve acı olacak, ama biz bu yolda istikrarla yürürken hikayenin bir de sonu olduğunu ve zaferin ancak pes etmeyenlere geldiğini iyice bileceğiz.

Adaletten şaşmayın ve çok mecbur kalmadıkça hedefinize ara vermeyin, bırakmayın!

Ara vermeyin diyorum, çünkü bazen hedefe giden yolda bırakmış gibi görünmek zorunda kalırız, oysa bu sadece güç toplamak içindir.

Her şeyin daha güzelini hayal ederek yaşayacağımız bir ömür dileğiyle.